Bu Blogda Ara

4 Ekim 2017 Çarşamba

BABAM ÖLDÜ...

Babamı kaybettik...
En son yazımda babamın o lanet hastalık sürecini yazmıştım. Nasıl duygular içindeydim , bunu tarif etmem mümkün değil. Ne siz bu duyguları yaşayın ne de benim hissettiklerimi hissedin. O kadar acı verici ve kötü...
Babamı kaybedeli 7 ay oldu. Ancak 7 ay sonra yazma cesareti buldum kendimde... Şimdi yazmaya başlayınca aslında zor zor sardığım yaranın bandajlarını açmak doğru bir fikir mi bilemiyorum. Çünkü henüz o yara iyileşmedi...


Bir Cumartesi günüydü. Babamın yanına gidecektim. Yani niyetim vardı, hastanede refakatçi kalınması gerekiyordu. Ama büyük amcam ailesiyle birlikte orada oturduğu için, cumartesi günü gitmesem de olur diye düşündüm. Keşke gitseydim. Ömür boyu kendime kızgınlığım asla geçmeyecek. Pazar günü gitme kararı aldım , üstelik sabah erkenden çıktım. Çünkü bir önceki gün babamın sesi telefonda gelmeyeceğimi duyunca buruk geliyordu. Sabah yola çıktıktan sonra babamı aradım, bir isteği var mı yok mu sordum. Benden kola istedi. Benden son istediği şey olduğunu nereden bilebilirdim ki ? Aldım kolasını , hastaneye gittim. Halamda oradaydı, halamla selamlaştık. Babam bana "Ooo en sonunda gelebildin" dedi. Hafif bir tebessümle. "Babacım, biliyorsun gelebilme imkanımın olduğu her zaman geliyorum" dedim. Kalktı, kolasını açtı ve içti. İçi yanıyormuş sanki. Daha zayıflamıştı. Daha da kötüydü. Ben biraz etrafa çeki düzen vermeye başladım. O sırada halama dedi ki "Hiç kimse bana kızım kadar iyi bakmıyor, aynı babasına çekmiş. Dağınıklığı sevmiyor" Güldüm... Sonra halam kalktı gidiyorum dedi. Onu geçirdim , sarıldık ve ikimiz de ağladık. Halam gidince babamın çok ağrıları olduğunu fark ettim. Bir sağa dönmek istiyordu bir sola. Kansere bağlı yatak ağrıları ve yaraları... Babamın günlerce ve haftalarca yemek yemediğini biliyordum. Halam sütlaç yapıp getirmişti, biraz pet bardağa koydum. Babamı ayağa kaldırdım, elimle yedirdim. O kadarcık şeyin bile yarısını yedi. Sonra geri yattı. Bir süre sonra yatağın kan olduğunu fark ettim. Damar yolu çıkmıştı. Hemşireyi çağırdım. Değiştirdiler. Sonra yatağını değiştirdik. Değiştirmek için onu refakatçi koltuğuna almıştık. O koltuktan kaldırmaya çalışırken kalkamadı. "Bu nedir böyle ya" dedi... Babam ilk defa bu kadar kötüydü her halinden belli oluyordu. Sonra yatağına geçince uyumaya çalıştı ama uyuyamadı. Aradan 1-2 saat geçti. Birden kalkmaya çalıştı. Çok kötüyüm nefes alamıyorum dedi. Pencereyi açtım, kapıyı açtım. Ona o gün okuması için aldığım gazete kağıdıyla yelpaze yapmaya çalıştım. Hemşireyi çığırayım mı baba dedim , başıyla evet dedi.  Hemşireyi çağırınca, hemşire nabız ve oksijende şuanda bir sıkıntı olmadığını söyledi. Babam sonra tekrardan uzandı. Uzanmasıyla yeniden kalkması arasında 20 dakika vardı. Hemşireyi çağır dedi. Hemşire yine geldi, yine kontrollerini yaptı. Sonra bir cihaz getirdiler, o cihaza serum taktılar. Beni dışarı çağırdılar, "babanızı uyutacağız bu onun için en iyisi endişelenecek bir şey yok dedi" Başımı salladım. Saatler birbirini kovalarken, ben hala yengemi bekliyordum. Vakit çok geç olmuştu eve dönmem gerekiyordu. Bir sonraki gün işe gidecektim. Yengemi defalarca kez aradım, birinde yemek yapıyordu, diğerinde yemek yiyordu en sonuncusunda namaz kılıp gelecekti. Akşam saat 9 olunca, Sürreypaşadan  Beylikdüzüne gitmek üzere ayrıldım. Ayrılırken babamı öptüm, sanki son öpüşüm olacağını hisseder gibi. Dışarıda inanılmaz bir yağmur vardı. Ağladım, ağladım.... Sanki içimden bir şeyler kopmuştu...

Pazartesi.... Babam telefona çıkmadı
Salı..... Babam telefona çıkmadı, sürekli uyuduğunu söylüyorlardı.
ÇARŞAMBA !................

Ali amcam aradı , iş yerinde çalışıyordum. Telefonu açtım, açarken korkuyordum. Babamın ilk kansere yakalandığını da Ali amcam haber vermişti. O bizden çok uzaktı , İzmir'deydi. Ama en vefalı olandı. Telefonu açınca sustu. Anladım. Başımız sağ olsun kızım dedi ardından. Hatırlayamıyorum gerisini, sadece İzmir'den babam için geldiğini hastaneye giriş yaptığını sadece bir dakika ile babamı kaçırdığını söyledi. 
Hayatımın en kötü anlarından birincisiydi.

Daha fazla uzun yazamayacağım. Bundan sonrası çok acı, anlatılmaz bir duygu. Ertesi günü cenaze oldu. Son kez kefen açıldı son kez babamı gördüm. Geriye aylarca bünyemde kalan koca bir dramdan ibaret. 6 hafta gözümün önünde babamın ölümünü izledim. Öldüğünü gördüm. 

Ne zaman geçer bilmiyorum ama onu çok özlüyorum.
Bu özlemse hiç bir zaman geçmeyecek , biliyorum.

NUR İÇİNDE YAT , MATADOR !

             


19 Şubat 2017 Pazar

BABAM ÖLECEK VE BEN BİRŞEY YAPAMIYORUM

Annemle babam ben 3 yaşımdayken ayrılmıştı. Annemle büyüdüm. Hayatımın şu kısmına kadar hep annemi bildim tanıdım. Babamla bazen aylarca bazende yıllarca görüşmezdik. İçimde ona karşı hep bir kırgınlık vardı. Kırgınlığın annemle babamın ayrı olmasına değildi. Kırgınlığım babama olan uzaklığımdı. Gel zaman git zaman hayat ilerledikçe olayın durumuna alışıyor insan artık. 2017 yılıydı artık ve ben hayata atılmıştım. Tek derdim hayatın tatlı koşturmasıydı. Seneler içerisinde babama olan samimiyetim bitmişti istemsizce... Benim.bir yanım hep eksikti çünkü. Yine bir gün bir buçuk senedir buluşmadığım sadece telefonda konuştuğum babam aradı beni. Belinin ağrıdığından bahsediyordu. Yine buluşmamak için bir bahane arıyor kendine dedim heralde. Sonra bir gün yine aradı. Bir süre izmire amcamların yanına gittiğini hatta bireysel emekli olduğunu söyledi. Neden bilmiyorum ama inanılmaz sevinmiştim.
   İzmire gideli bir ay oldu ve babam emekli olmadı. Dediki bu sistemde üç ay içerisinde emekli olunuyor , biraz daha bekleyelim. Ardından bana rahatsız olduğunu söyledi. Bir an önce doktora gitmem lazım dedi. Bende bir an önce git ihmal etme dedim.
   Aradan iki ay geçti. Babam yine emekli olmadı.
   Aradan iki buçuk ay geçti. Amcam durumun yalan olduğundan şüphelenmiş ki beni aradı. Babam amcama benim babama emekli olması için kredi çektiğimi söylemiş. Öyle bir durum söz konusu olmayınca babamın yalan söylediği anlaşıldı. Sonra amcam bana, babamın çok zayıfladığını ve gerçekten çok hasta olduğunu söyledi. İnsan hali, aklıma hiç kötü birşey gelmiyor. Babamı doktora gitmediğini çünkü çalışmadığı için sigortası olmadığını kendisininde hala amcama emekli olacağını söylediğini anlattı.
   Aradan üç ay geçti... Babam beni aradı. İstanbula dönmesi gerektiğini ve İstanbul da bir alacağından para alacağını söyledi. Benden bilet almamı istedi. Çok kızmıştım o an Allah yukarıda inkar edemem ne yazık ki. Çalışmıyor etmiyor sonrada benden bilet almamı istiyor demiştim. Maaşımı aldığım ilk gün gittim biletini aldım. Kar yağışı sebebiyle o hafta dönemedi ve bilet 1 hafta ertelendi. Babamın ne cep telefonu vardı nede hattı neden kullanmadığını hiç bir zaman anlayamamıştım ve ancak o beni aradığı zaman konuşabiliyorduk.
   Aradan 1 ay geçti... Bu süreçte ara ara konuştuk. Maltepe de oturan büyük amcamın yanına gitmiş. Belkide 10 senedir hiç konuşmadığım amcamla o gün telefonda konuştuk. Babanı hastaneye yatırıcaz, karaciğerinde bir kitle var baktıracağız dedi. Ama benim hala aklıma kötü birşey gelmiyor. Hiç başıma gelmeyen bir durum. İyi tamam amca dedim.
   İki hafta önce bir Salı günüydü. İzmirde ki amcam müsait misin prensesim diye mesaj attı. Mesajı görünce bir an aramak istemedim. Sonra bir sigara yaktım ve istemsizce aradım amcamı. Benim için telefondaki iki cümlesi yeterli oldu. "Baban hastenede ve kanser... (sessizlik..) tüm vucuduna yayılmış" Kesinlikle hayatımın en kötü anıydı. O an yanımda Gamze vardı. Gamzeye babam kansermiş dedim ve yere çöktüm. Sonra kalktım içeri girdim. Hala olayın ciddiyetini kabullenemiyordum. Sonra senelerce babamla görüştüğümü bilmeyen annemi aradım ve kanser olduğunü söyledim. Afalladı ve üzülme dedi...
   Ertesi gün iş yerinde duramadım. Çünkü babamı aramıştım. ( Hastaneyi arayarak ulaşabildim.) Babamın sesini hayatımda ilk defa böylesine kötü duymuştum. O an canım çok yandı. Hastane Maltepedeydi. Bana çok uzaktı. Arabası olan bir arkadaşımı ayarlamaya çalıştım. Herkesin işi vardı. Tabi, kim kimin yanında olmuş ki! En son bir arkadaşımı buldum beni saat 5'te iş yerimden aldı ve tüm yol boyunca trafikte ofladı pufladı. Ne ben konuşuyordum nede o... Köprüden önce son çıkışta durdu. Lastiklerini kontrol etti. Götürmek istemediği belliydi. Saat 7 gibi arabadan indim sen riske girme ben metrobüsle giderim dedim. Hastanede öyle bir yerde ki , ormanlık bildiğin. Gecenin karanlığında yürüdüm yürüdüm.... Yolun sonunda bir buçuk senedir göremediğim babam vardı. Bu arada sözüm ona beni yarı yolda bırakan arkadaşım ne gittin mi diye aradı nede baban nasıl oldu diye.
   Hastaneye girmeden önce bir sigara yaktım. Ne ile karşılaşacağımı tam olarak bilmiyordum. 3. Kat 309 numaraya doğru yürümeye başladım. Babam beni kapıda bekliyordu. Babamı gördüğüm ilk an buz gibi oldum. Girdiğim o şoktan çıkamadım bir an. Kanım donmuştu. Nefes alamıyordum. Salak gibi tabiri varya işte o an bende tam olarak öyle salak gibi olmuştum. Gülümsemeye ve onu o an gördüğüm için mutlu olduğumu ifade etmeye çalıştım. Sadece ama sadece 4-5 dakika durabildim yaninda. Kendimi odadan dışarı nasıl attım bilmiyorum. Babamın odasındaki yan tarafta yatan hastanın refakatcisi Zeliha Abla benimle birlikte geldi. Babamın durumu çok kötü dedi. O gün belki de o an yarım saat boyunca hüngür hüngür ağladım. Annemi ve patronumu arayıp hastanede yanında kalmam gerektiğini anlattım.
   Babamın bir gözü büyük bir gözü küçüktü. Ayakları inanılmaz derecede şiş ve vucudu bembeyazdı. O kadar zayıftı ki , kolları benim kollarımın yarısı kadardı. Sürekli öksürüyor ve öksürdükçe ağzından kan geliyordu. O gece ne o uyuyabildi ne de ben...
   Sabah olunca doktoruyla konuştum. Babanın durumu çok kötü biz akciğer kanseri diyoruz %90 ihtimalle fakar teşhis ve tanı için tüm işlemleri yapacağız dediler. Babamı ambulans ile Kartalde bir eğitim ve araştırma hastanesine sevk ettiler. Orada pet-bt'ye girecekti. Babamın üç saat içeride kalacağını söylediler ve babamı içeri aldılar. İste en çok orada ağladım tek başına ve çaresizce... 3 saat boyunca, sanki ben ağladıkça babam iyileşiyordu. Tabi bunları babama belli edememek en kötüsüydü. Babam 3 saat sonra çıktı. Babama fazla yaklaşmamam gerektiğini vucudunun radyasyon yayacağını söylediler. Nafile... Umrumda bile değildi. Ambulansla kaldıği hastaneye giderken babam yol boyunca su kustu...
   O gece eve dönmek zorunda kaldım. Sonuçları pazartesi çıkacaktı. Bir gün işe gittikten sonra haftasonu tekrardan hastaneye geçtim. Tüm arkadaşlarını hastaneye topladım. Tüm kardeşleri de oradaydı bende oradaydım. Ona hediyeler aldım ihtiyaçlarını aldım. Kitap aldım okusun diye çünkü hastanede televizyon yoktu. Santranç oynadık iddaa oynadık. Herkes gitti biz babamla baş başa kaldık. O gece ne o uyudu ne de ben. O uyumadığını bana belli etmemeye çalışıyor bense ona belli etmemeye çalışıyorum. Gece bir ara kalktı lavaboya gitti. Öksürüğü hastane koridorlarında yankı yapıyordu. Kalktım lavobonun oraya gitttim. Çıkınca göz göze geldik. Bir iki saniye baktık birbirimize... İyi misin baba ? Dedim. İyiyim paşam rahatladım balgam atınca dedi.( Babam bana hep paşam derdi, sorduklarında neden diye benim kızım erkek gibi dedi)
   Sabah olunca yine arkadaşları geldi. Eline yüzüne renk gelmişti. Yemesi içmeside yerindeydi. Babama demiştim ki baba baksana maşallah toparladın kendini o da bana sen yanımdasın ya ondan paşam demişti. O gün ben eve geri döndüm. Ama içimde bin bir umutla. Çünkü babamın morali yerine gelince gerçekten kendini çok toparlamıştı. Tamam dedim kendi kendime tamam babam iyileşecek!
   Ertesi sabah oldu. İşe gittim. Neşemde yerine gelmişti. Ta ki öğlene kadar. Kuzenim aradı. Ve hayatımın en kötü haberini verdi bana. Sonuçlar çıkmış. Kanser tüm vucuduna yayılmış. Kemiklerine kadar. Artık yapılacak birşey olmadığını ve son zamanlarını sevdikleriyle evde geçirmesi gerektiğini söylediler. Ciddi misin sen dedim. Ve işte en son orada anladım. Bütün şirket sessizdi. Sadece benim hıçkırıklarım. Babam ölecekti....
   Bütün hafta yanına gidemedim. Kendimi toparlayamadım. Kendimi hazır hissedemedim. Zor gün olduğu için yanımda çok az insanın desteği vardı. En yakınım dediğim insanlar daha 1 ay önce düğününde şunu yapacağız bunu yapacağız diye konuştuğum insanlar beni yarım ağızla bir kere aradı. YAZIKLAR OLSUN. Haftasonu oldu ve dün babamın yanındaydım. Daha çok zayıflamıştı. Emar sonuçları da dün çıkmıştı ve tümor ne yazık ki beyine de sıçramıştı. Ayakları hala şiş ve bacakları su topluyordu. Paçaları hep su içerisindeydi çünkü sürekli kendiliğinden patlıyorlar. Hiç bir şekilde yemek yiyemiyor... Nefes almakta çok ama çok zorluk çekiyor. Bazen cama çıkıyor.
   Ağlayamadım. Ağlayamıyorum. Dua ediyorum sürekli, Rabbim bir an önce yanına alsın. Bunları yazıyorum anlatıyorum çünkü size bir kaç tavsiyede bulunacağım. Hala sağlığınız varken hayatı güle oynaya yaşayın. Hiç bir insan için duygusal anlamda hayatı kendinize zehir etmeyin. Ileride düştüğünüzde kimseye muhtaç olmamak için birikim yapın. Kendinize iyi bakın sağlığınızı koruyun. Ailenize sarılısın. Şuan yanınızdalar ve değerini iyi bilin. Bol bol vakit geçirin. 6 ayda bir kontrole gidin. Kanser hastalarını ziyarete gidin, emin olun onkoloji bölümünde yüzlerce morale ihtiyacı olan hastalar var. Ve dostlarınızı iyi seçin. Hasta olduğunuzda babama koşanlar gibi olanlarla en zor günümde beni yarı yolda bırakanları iyi ayırt edin. Ve dua edin.
RABBIM BABAMI DAHA FAZLA ACI CEKTIRMEDEN YANINA ALSIN.....

8 Ocak 2017 Pazar

ÖLMEK İÇİN YAŞAMAK

   Bir zaman sonra umutlarımız tükendi. Tükenen herşey gibi... Artık mutlu olamayacağımızdan emindik. Zamandan hep birşeyler bekledik. Ha oldu ha olacak derken tekrardan tökezledik ve düştük yere. Büyüklerimiz hep derdi bize "düşe kalka büyüyeceksiniz." Düştük, kalktık, büyüdük... Gördük ki büyümek marifet değilmiş. Yaşamakta! Asıl marifet, dizlerimizdeki yaraların acısına tahammül edebilmekmiş anladık.
   Düşünüyorum. Bu kadar yaraları ölmek için neden aldığımızı. Düsünün! Hayat bize her türlü acıyı yaşatıyor. Çıldırıyoruz. Sonunda mutlu son yok üstelik. Masalın sonunda ölüyoruz. Masal demek mübalağa olacak sanırım. Çünkü masallar güzeldir. Ben burada pek güzel birşey göremiyorum.
   Sözlerim yanlış anlaşılmasın. İsyan etmiyorum. Sadece düşünüyorum... Bu romanda karakterlerin karaktersizce insanları nasıl üzebildiğini düşünüyorum. Diliyorum! Kendim için değil. Allahın her insana bir parça vicdan vermesini diliyorum.
   Yoruldum mu? Evet... Çok fazla üstelik. Sebebini pek bilmiyorum. Yaşanmışlıkları sıralamayı sevmiyorum. Yaşanmışlıkları önüme sermeyi sevmiyorum. Sevmeyi de sevmiyorum. Sevgi uğruna ne varsa harcadığımız boşa gitti çok acı!
   Ne hoş ki insanları artık tanıyabiliyorum. Gerçekten hoş mu tartışılır. İnsanların söylediği yalana kendilerini bile inandırmalarını izlemek hoşuma gidiyor. Acıyorum adeta... Sonra acınası olan canım oluyor. Geçtiğim yollarda kaç yalana inandığımı, kaç yalana sarıldığımı hatırlayınca canım yanıyor. Pişmanlık soğuk karanlıkta tek başına kalmak gibidir. Öyle çaresizsindir ki... Öyle istersin ki ışığı, öyle arzularsın ki... Yetmiyor işte, istemek yetmiyor. Arzulamak anlamsız. Güneşin doğuşundan başka senin derdine çare yok. Sana ışık tutacak kimse yok!
   Ama bazı insanlar vardır ki, o insanların güneşinide çalmışlardır. O insanlar karanlığın koynunda pişmanlıklarıyla sevişmeyi öğrenmişlerdir. O insanlar kaybeden değil asıl kazananlardır. O insanlar artık ne düşer ne kalkar... Uçurumun ortasında o soğuk karanlığında yaşar.
   Aaa hadi ama yapmayalım! Dağıtmayalım tekrardan kendimizi. Yenildik zaten yeterince. Üstümüz başımız hep ihanet oldu. Kalkın hadi, hayatın bize ne akıtacağını bilmediğimiz musluğundan halimize bir çeki düzen verelim. Gidelim sonra en uygun mutluluk maskemizi takalım. İnsanlar bizi bekler, fazla oyalanmayalım. İnsanlara ikramlar da hazırladım. Biraz iyi niyet , biraz masumiyet e birazda neşe... Onlar yedikçe yediği bizden gidecek. Alış! Ziyanı yok... Akşam olunca maskemizi çıkarır soğuk suyla duş alırız. Uzanırız. Bugünde ölmek için yaşadığımızı düşünürken uykuya dalarız. Uyku... Ölümle yaşam arasındaki o ince çizgi. Eğer ki bize bahşedilmeseydi nerede mutlu olurduk bilmiyorum.

  İnanın hiç bilmiyorum...
 
                                                            Çağla Çetinkaya


4 Ocak 2017 Çarşamba

UYGULAMASI EN ZOR NASİHAT : Gidin size değer verene değer verin !

   Eee canım. Öyle tabi. Sende o kadar değer ver sonra gelsin tepene çıksın. Olacak iş mi deme, olur. Gelir en mankafalısı seni bulur. Gelir en gerizekalısı aklına tehdit olur. Akılsız başın cezasını da öyle atasözlerindeki gibi ayakların çekmez. Bizzat kendin çekersin. Sürüm sürüm sürünürsün de biri sana tut elimden kalk demez. Aksine zevk duyarlar. Acınla beslenirler. İnsanoğlu öyle anlatıldığı gibi merhametli, vicdanlı değil. Bugün birimizin başına bir şey gelse anında aklımızdan şunu geçiririz “oh ne güzel böyle bir derdim yok” . Heh çok güzel evet öyle bir derdin yok, bundan zevk alıp kendi içini rahatlatmak fevkalade olmalı (!)  Ben inanmıyorum açıkçası… 

     Biri sevgilisinden ayrılıyor bunu birine anlatıyor. O biride ona diyor ki “ah canım çok üzüldüm” Birisinin bir yakını hastalanıyor. Bunu birine anlatıyor o biride başka birine “aa bak falancanın falancası hasta olmuş, etme bulma dünyası şöyle yapmıştı da böyle olmuştu” der ama yüzüne “ahh canım yapma ya dualarım onunla çok büyük geçmiş olsun” der. Vallahi de yalan külliyende. İnanmayın canım böyle şeylere. Herkes herkesin akıl hocası bunu daha öncede demiştim zaten size. Bayılırlar akıl vermeye. Öyle güzel akıl verirler ki, kendini gerizekalı hissetmeye başlarsın. Bir de öyle olmayacak akıllar verir ki , uygulamaya kalksan kendine beceriksizliğin daniskasını yakıştırırsın.


     Sizi bilmem ama ben artık tahammül edemiyorum. Kalkıp tiyatroya gitmenin bir lüzumu yok her şey oyun, herkes oyuncu. Saçma sapan çeşit çeşit insan. Yapmacık olmayı bırakmamakta ki ısrarlar niye bilmiyorum. Hayır, anlamıyorum her gün aynaya bakıyorlar. Ayna dile gelse konuşmayıp ilk suratına tükürür bu hala utanmadan kendini bir şey zannetmeye devam eder. Devam canım devam. Aferin, çok iyi şeyler yapıyorsunuz maşallah. Süper oynuyorsunuz.

     Sonra vay efendim ne nemrut suratlı…  Sonra vay efendim deli midir nedir? Sonra vay efendim, ne egolu ne kadar ukala. Acaba neden? Sizin o ego yada ukalalık diye sıfatlandırdığınız şeyler, bize giren kazıkların yara izleri… Bir şekilde zaman geçse de o izler geçmiyor. Siz hiç öfkenizi bastırmaya çalıştınız mı, o yaralarınıza… İşte bazı insanların harcı değildir dimdik ayakta doğru bir insan olarak yaşayabilmek.


     Bundan sonra gidin size değer verene değer verin. Ne o öyle mıy mıy salak suluk insanların peşinde pervane oldunuz. Aptal yerine konuldunuz ötesi mi var. Artık yok öyle bu meymenetsizlere yüz vermek. Hepimiz bir nebze insan sarrafıyız. Az çok biliriz kim eğri kim doğru. Akıllıyım diye gezinip dolaşmasını biliyorsanız o zaman insan seçmesini de biliyorsunuz. Gidin bulun size değer vereni o zaman işte ölseniz de gam yemezsiniz. 

1 Ocak 2017 Pazar

Aldatılanlara İthafen

   Aldatıldım. Her insan gibi her kadın gibi bende aldatıldım. Sevdiğin insanı başka birinin yatağında görmek değildi aldatılmak. Emeklere ihanetti, söylenilen yalanlardı, kendini bir şey sandıran kandırmalardı aldatılmak. Yarı yolda da bırakıldım. Ne acı değil mi, yarı yolda bırakılmak. Hüzün bizim damarlarımız da. Hüzün bizim alnımız da. Hüzün burada, tam olarak sol yanımızda. Sevgiden değil, aşktan değil. Kaybedilen zamandan, çalınan aylardan, yaşanılan pişmanlıktan dolayı hüzün bizim kaderimizde…
   Ne değer emin olun bir insana yaren olmak nede bilinir kadir kıymet bu sevdalık yolunda. Zaman geçince araya biraz yol alınca tecrübeleri o yırtık cebimize doldurduğumuz da bakıyoruz ki, o tecrübeler zehir. Yalan o yollar. Yanlış yollar, ucu yok bucağı yok böyle git gidebildiğin kadar bir yere varamıyorsun. Sıkıntı yani, yakar insanın canını.
   Genç yaşta harcanmak kötü zaten. Acımam yetişkine… Alıyorlar o baharda güneşini, kışın ortasında ayaz da bırakıp gidiyorlar seni. Sebebi yok, bir açıklaması yok. Bir anlamı yok. Senin baharına değil ki kastı canına. Can… Ne garip şey yaşarken bile alınıyormuş demek.
   Aldatıldım evet. Her insan gibi her kadın gibi bende aldatıldım. Sevdiğinin başka birinin koynunda görmek değildi aldatılmak. Üstelik bunu kendime yakıştıramadım. Sahi ya ben ne yaptım böyle? Neyin hesabını bahşişi bol ödedim. Ah çok abartıyorum kendimi suçlayarak değil mi. Milletin kanı bozulmuşsa, vebali neden bana ?
   Öğrendim de ama insanların hiçbir zaman yetinmediğini, insanların kendisinden başkasını düşünmediğini, insanların menfaatlerinin diğer insanların hayallerinden daha önemli olduğunu, insanların her küreği kendi kıyısına varmak için çektiğini öğrendim.

    Üstelik bunları yaşadım da. Pişman mıyım? Evet pişmanım. Hayatımda ilk defa pişmanım. Bir yola çıktım o yolda engellere takıldım ve tam ortasında bırakıldım. Şimdi hayat bana bir yerlerden bağırıyor. Hadi kalk, toparlan! Benim çok yolum var seç bir tanesini diyor. Kalkıyorum yavaş yavaş, şuan bir dizimin üstündeyim son bir güçle ayaklanacağım. Kalktığımda hem bu cehennemi hem de kendimi yakacağım ama ben bu yolun sonuna mutlu varacağım. 
   Aldatıldım evet. Her insan gibi her kadın gibi bende aldatıldım. Sevdiğinin başka birini öptüğünü görmek değildi aldatılmak. Kahpelikti... 


Çağla Çetinkaya
©Her hakkı saklıdır.