Bir zaman sonra umutlarımız tükendi. Tükenen herşey gibi... Artık mutlu olamayacağımızdan emindik. Zamandan hep birşeyler bekledik. Ha oldu ha olacak derken tekrardan tökezledik ve düştük yere. Büyüklerimiz hep derdi bize "düşe kalka büyüyeceksiniz." Düştük, kalktık, büyüdük... Gördük ki büyümek marifet değilmiş. Yaşamakta! Asıl marifet, dizlerimizdeki yaraların acısına tahammül edebilmekmiş anladık.
Düşünüyorum. Bu kadar yaraları ölmek için neden aldığımızı. Düsünün! Hayat bize her türlü acıyı yaşatıyor. Çıldırıyoruz. Sonunda mutlu son yok üstelik. Masalın sonunda ölüyoruz. Masal demek mübalağa olacak sanırım. Çünkü masallar güzeldir. Ben burada pek güzel birşey göremiyorum.
Sözlerim yanlış anlaşılmasın. İsyan etmiyorum. Sadece düşünüyorum... Bu romanda karakterlerin karaktersizce insanları nasıl üzebildiğini düşünüyorum. Diliyorum! Kendim için değil. Allahın her insana bir parça vicdan vermesini diliyorum.
Yoruldum mu? Evet... Çok fazla üstelik. Sebebini pek bilmiyorum. Yaşanmışlıkları sıralamayı sevmiyorum. Yaşanmışlıkları önüme sermeyi sevmiyorum. Sevmeyi de sevmiyorum. Sevgi uğruna ne varsa harcadığımız boşa gitti çok acı!
Ne hoş ki insanları artık tanıyabiliyorum. Gerçekten hoş mu tartışılır. İnsanların söylediği yalana kendilerini bile inandırmalarını izlemek hoşuma gidiyor. Acıyorum adeta... Sonra acınası olan canım oluyor. Geçtiğim yollarda kaç yalana inandığımı, kaç yalana sarıldığımı hatırlayınca canım yanıyor. Pişmanlık soğuk karanlıkta tek başına kalmak gibidir. Öyle çaresizsindir ki... Öyle istersin ki ışığı, öyle arzularsın ki... Yetmiyor işte, istemek yetmiyor. Arzulamak anlamsız. Güneşin doğuşundan başka senin derdine çare yok. Sana ışık tutacak kimse yok!
Ama bazı insanlar vardır ki, o insanların güneşinide çalmışlardır. O insanlar karanlığın koynunda pişmanlıklarıyla sevişmeyi öğrenmişlerdir. O insanlar kaybeden değil asıl kazananlardır. O insanlar artık ne düşer ne kalkar... Uçurumun ortasında o soğuk karanlığında yaşar.
Aaa hadi ama yapmayalım! Dağıtmayalım tekrardan kendimizi. Yenildik zaten yeterince. Üstümüz başımız hep ihanet oldu. Kalkın hadi, hayatın bize ne akıtacağını bilmediğimiz musluğundan halimize bir çeki düzen verelim. Gidelim sonra en uygun mutluluk maskemizi takalım. İnsanlar bizi bekler, fazla oyalanmayalım. İnsanlara ikramlar da hazırladım. Biraz iyi niyet , biraz masumiyet e birazda neşe... Onlar yedikçe yediği bizden gidecek. Alış! Ziyanı yok... Akşam olunca maskemizi çıkarır soğuk suyla duş alırız. Uzanırız. Bugünde ölmek için yaşadığımızı düşünürken uykuya dalarız. Uyku... Ölümle yaşam arasındaki o ince çizgi. Eğer ki bize bahşedilmeseydi nerede mutlu olurduk bilmiyorum.
İnanın hiç bilmiyorum...
Çağla Çetinkaya
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder